SİNAN ATEŞ DAVASINDA YENİ BİR ‘DURDU ÖZER VAKASI’ MI GELİYOR?

30 Aralık 2022 günü Ankara Çukurambar’da ofisinin bulunduğu binanın önünde yaşanan silahlı çatışmada hayatını kaybeden Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’in ölümüne dair davanın ilk duruşması 1 Temmuz 2024 günü başlayıp 5 Temmuz 2024 günü sona erdi. Mahkeme başkanı, 5 Temmuz günü yapılan son oturumda savcının esasa dair mütalaa vermesi için 19 Temmuz 2024 tarihine gün verdi.

Öte yandan, duruşmaların başlamasıyla, 19 aydır şüpheliler ve şüpheli avukatlarından saklanan bilgi ve belgeler de dava dosyasında ortaya çıktı. Ortaya çıkan ve bazısının iddianameden “kaçırıldığı” görülen bu bilgi ve belgelerle, dosyanın sanık sandalyesine MHP ve Ülkü Ocakları’nı oturtmak için gizli bir elin soruşturma ve kovuşturma dahil her aşamada devreye girdiği görüldü.

SORUŞTURMA EVRESİNDE GÖZE ÇARPAN HUKUKSUZLUK VE USULSÜZLÜKLER!

Kuşku yok ki, adli yargılamaların seyrini değiştirecek, somut gerçekten uzaklaştırıp soyut iddiaları güçlü kıldıracak en önemli evre soruşturma evresidir.

Cinayet davalarından somut gerçeklikten uzaklaşıp soyut iddiaları güçlü kılacak en önemli aşama ise, olay yeri inceleme, cinayet mahallindeki suç materyallerinin toplanması, olay yeri kamera görüntüleri ve adli tıp, otopsi ve kriminal raporlardır.

Sinan Ateş’in ölümüyle sonuçlanan çatışmaya dair soruşturmada skandalların daha olay yeri inceleme, olay yerindeki suç materyallerinin (silahlar dahil) toplanması ve olay yeri kamera görüntülerinin incelenmesindeki eksikliklerle başladığı görülüyor. Daha ilginci bu eksikliklerin adli tıp otopsi sürecindeki garipliklerle de desteklendiğine şahit oluyoruz.

İsterseniz duruşma başlayana kadar kimi için 19 ay kimi için 17 aylık tutukluluğa itirazda savunma hakkını engelleme pahasına tutuklu şüpheliler ve şüpheli avukatlarından gizlenen ancak dava dosyası açılınca ortalığa saçılan somut bilgi ve belgelerden başlayalım.

Mesela Sinan Ateş’in ölümüyle sonuçlanan çatışma anına dair kamera görüntüleri…

Görüntülerde Sinan Ateş’in sağ yanında Ahmet Keçik’in sol yanında Selman Bozkurt’un (emniyet ifadelerinin aksine) çok yakın mesafede olduğu görünüyor.

Aynı kamera kayıtlarında ilk ateş eden Eray Özyağcı.

Özyağcı, Sinan Ateş’i iki araç arasında gördükten sonra ayaklarına doğru peş peşe ateş ediyor. Sinan Ateş’in sol yanında olan Selman Bozkurt ise (Cuma namazı girişi Sinan Ateş’in verdiğini söylediği silahla) Özyağcı’ya ateş ediyor. Bu arada Sinan Ateş’in ayağından aldığı ilk mermilerle yere düştüğü görülüyor. Selman Bozkurt emniyet ifadesinde 2 el ateş ettiğini söylese de kamera görüntülerinde 2 elden fazla ateş ettiği görülüyor.

Sinan Ateş’in sağ yanında bulunan Ahmet Keçik’in ise ilk saldırı anıyla birlikte sağa doğru hamle yapıp aracın arkasına geçtiği daha sonra tekrar yerde yatan Sinan Ateş’in yanına gelip üzerine hamle yaptığı o hamleden sonra garip bir şekilde geriye tepildiği görülüyor. Ahmet Keçik, o anlarla ilgili beyanında, “yere düşen Sinan Ateş’in belindeki silahı aldığını” belirtiyor. Oysa video kaydı büyütülerek incelendiğinde Ahmet Keçik’in Sinan Ateş’in saldırıya uğradığı andan sonra sağ yöne ilerlerken elinde silah olduğu kuşkusu oluşuyor.

sinan-ates-ahmet-kecik-3-silah.jpg

Sinan Ateş’in düştüğü noktanın sağında bulunan aracı dolanan Keçik’in önce elindeki silahı beline koyduğu kuşkusu uyandıran hamleler yaptığı akabinde dönüp Sinan Ateş’in belindeki silahı aldığı o anlarda da geriye doğru teptiği görülüyor. Keçik mahkemedeki ifadesinde bu geri tepişi de “yaralı birini görmenin şoku”olarak izah etmeye çalışıyor.

Ayrıca Selman Bozkurt’un basına yansıyan “Eray Özyağcı’nın çömelir vaziyette olduğu” şeklindeki ifadesinin aksine Özyağcının ayakta ve silahı Sinan Ateş’in ayaklarına yönelik bir açıyla ateşlediği görülüyor. Selman Bozkurt’un basında yer alan “Eray Özyağcı’nın çömelir vaziyette” olduğu şeklinde bir beyanı varsa bu beyanın, maktulün ölümüne sebep olan mermilerin atış açısı ve vücuttaki izine dair kamuoyuna yansıyan tartışma sonrasında kurgulandığı kesin.

Dava dosyasına da giren Ankara Emniyeti ve soruşturma savcılığı tarafından detaylı analize tabi tutulmadığı anlaşılan video kaydına dair tekrar bir analiz yapacak olursak,

Eray Özyağcı'ın silahı tutuş açısı, önü arkası kesilerek paylaşılan bilirkişi raporunu boşa çıkarıyor. Özyağcı’nın Sinan Ateş'e yaklaşık 1,5 metre mesafeden ayakta ve Sinan Ateş’in ayaklarını hedef alan bir açıyla ateş ettiği görülüyor. Oysa Eray Özyağcı’nın ateş ettiği mesafe hedefi öldürmek isteyen biri için oldukça yeterli bir mesafe. Amacı öldürmek olan biri için o mesafeden kafaya ya da göğüs bölgesine ateş etmek ayaklara bacak bölgesine ateş etmekten daha kolay.

Video görüntüsü, “maksadının öldürmek olmadığını” belirten Eray Özyağcı’nın “Ben Sinan Ateş'i bacaklarından vurdum” beyanını da doğruluyor ve bulunduğu nokta itibarıyla zor olanı seçip ayak bölgesine ateş ettiği görülüyor.

“REİSİ VURDUK”

Elbette sanık savunmasını dosyadan delillerle desteklenmediği sürece doğru kabul etmek mümkün değil ancak sanık Eray Özyağcı’nın Selman Bozkurt ve Ahmet Keçik’in “Reisi vurduk” diye seslendiği iddiası, mahkemedeki, "Ben Sinan Ateş'i bacaklarından vurdum. Onun yanındaki iki kişi bana ateş açtı. Ben de onlara ateş ettim. Arkadan bu kişiler ‘Reisi vurduk' diye bağırdılar" beyanı, gerek maktulün bedeninden çıkan mermilerden ayak bölgesindekilerle (İngiliz menşeili Sterling marka) ölümüne sebep olan kafa ve batın bölgesindekilerin (MKE) farklı markalarda olması gerekse kafaya isabet eden merminin yukarından girip çene altından çıktığının, sol batından giren merminin ise aşağıdan yukarı doğru bir yol izleyerek sol bel üstünden çıktığının bu haliyle de mermiler karşıdan yapılan bir atışla meydana gelmesi mümkün olmayan açılardan giriş yaptığının delillerle ortaya çıkması sanık savunmasının irdelenmesini zorunlu kılıyor.

Ancak sanık Eray Özyağcı’nın, Selman Bozkurt ve Ahmet Keçik’in “reisi vurduk” diye konuştuğu yönündeki savunmasının doğruluğunu irdelemek için öncelikle maktulün bedeninden çıkan mermilerin hangi silahlardan çıktığının tespiti gerekirken, Ankara Emniyeti’nin hem olay yerinde kullanılan silahları olaydan 6 saati aşkın süre sonra teslim aldığı hem de olay yerinde Selman Bozkurt ve Sinan Ateş’in üzerindeki silahlardan başka Ahmet Keçik’in üzerinde de bir silah olup olmadığına dair hiçbir araştırma yapmadığı dahası teslim aldıkları silahlar üzerinde parmak izi incelemesi yapma gereği bile duymadıkları gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Oysa silahlı yaralama ve ölüm olayının yaşandığı bir çatışma sonrasında maktulün üzerinde birden fazla mermi çekirdeğinin bulunma ihtimaline binaen olay yerindeki tüm silahlar “suç aleti” hüviyetine sahip olur ve araştırma ve incelemeler bu vasıfla yapılır, olay yeri kamera görüntüleri teknolojinin tüm imkanları kullanılarak didik didik incelenir.

Bırakın didik didik incelemeyi Ankara Emniyeti ve savcılık, Selma Bozkurt ve Ahmet Keçik’in kullandıkları silahların Selman Bozkurt’un talimatıyla Ahmet Keçik tarafından olay yerinden kaçırıldığı şahısların beyanlarıyla sabit olmasına karşın soruşturma ve kovuşturma aşamasında hiçbir işlem yapmıyor.

Daha garibi, vücudundan iki farklı marka mermi çıkan, ölüm sebebi olan kafa ve sol batındaki mermilerin ayak bölgesindeki mermilerden farklı olduğu ortaya çıkan maktulün otopsi raporuna dair video kaydı alınmıyor alındıysa da mahkemeye gönderilmiyor, otopsi görüntü talebi birkaç fotoğrafla geçiştirilmeye çalışılıyor.

Soruşturma evresindeki gariplikler sadece bunlarla da sınırlı değil.

Malum olduğu üzere, firari FETÖCÜLER ve PKK yandaşları başta olmak üzere hayatlarının her döneminde MHP ve Ülkü Ocakları’na düşmanlıklarını gizlemeyen muhalif medyadaki “DOLMA KALEMLER” Sinan Ateş’in ölümünü MHP ve Ülkü Ocakları’na bağlamak, MHP ve Ülkü Ocakları’nı sanık sandalyesine oturtmak için 19 aydır yalan tezvirat yapıyor. Bunu yaparken de Avukat Serdar Öktem, Tolgahan Demirbaş, Emre Yüksel ve Ufuk Köktürk’ü merkeze oturttukları hikâyeler yazıyorlar. Bu hikâye örgülerinin, cinayetin üzerinden 1 saat bile geçmeden X platformunda “TonySalvatore34” mahlası kullanan ve FETÖCÜ olduğundan şüphelenilen ESRARENGİZ bir hesabın paylaşımlarıyla birebir örtüştüğünü, Ayşe Ateş’in de bu hikâye örgüsünü satır satır kullandığını, soruşturma makamlarının, belki daha Ankara emniyet müdürünün bile haberdar olmadığı anlarda olaya dair isimler vererek soruşturmanın yol haritasına dönüştürülmüş bir hikaye örgüsü yazan bu hesapla ilgili hiçbir işlem yapmadığını hatırlatalım.

Peki bu ESRARENGİZ bir hesaptan olayın üzerinden 1 saat bile geçmeden yapılan paylaşımdaki hikâye ve olay örgüsünü adeta soruşturmanın yol haritası yapıp bu hesapla ilgili hiçbir adli işlem başlatılmadığı anlaşılan adli süreci yöneten ya da yönetenler kim?

Olayda silahı ilk ateşleyen ve çatışmayı başlatan Eray Özyağcı’nın mahkemedeki ifadesinde “MHP’li iki ismi ver yeter. Biz seni koruruz” dediğini iddia ettiği Savcı Durdu Özer ile “bu davanın siyasi olduğunu düşünüyoruz. Devlet Bey’den emir aldıysan söyle” dediğini iddia ettiği Savcı Dursun Ali Kaya.

Peki dava dosyası ne diyor?

Sözünü ettiğim ‘DOLMA KALEMLER’, FETÖ ve PKK’lılar 19 ay boyunca Ufuk Köktürk’ün Eray Özyağcı’ya “cinayetin finansmanı için” 97 bin TL para gönderdiğini ifade ederken, bütün haberlerinde “MHP’li”vurgusunu kullandı. Dava dosyasından da anlaşıldı ki; Köktürk, Özyağcı’nın kendisinden borç istemesi üzerine kendi banka hesabı müsait olmadığı için eşinin hesabından 4 bin TL göndermişti.

PKK’lılar, FETÖCÜLER ve muhalif medyadaki MHP ve Ocak düşmanı ‘DOLMA KALEMLER’, Serdar Öktem’in Bolu’da olduğunu iddia ederken, Serdar Öktem’in dosyaya giren BAZ ve HTS raporlarına göre 2 gün boyunca İstanbul’da olduğu tespit ediliyor ve raporun sonuç kısmında, “Serdar Öktem’in Emre Yüksel ve Tolgahan Demirbaş ile irtibatı olmadığı, olay günü ve devam eden 2 gün boyunca İstanbul ilinde sinyal verdiği tespit edilmiştir” deniliyor. Böylelikle “Serdar Öktem’in Bolu’da olduğu ve Eray Özyağcı’ya eşlik ettiği”iftiraları dava dosyasına giren bilirkişi raporuyla da çürütülmüş oluyor.

Dava dosyasına son duruşmadan sonra bugün (9 Temmuz 2024) yüklenen ek belgelerde Serdar Öktem’in Sinan Ateş cinayetiyle ilişkilendirme senaryosunun çok önceden yazıldığını gösteren ilginç bir detay daha ortaya çıktı.

Olaydan sonra ŞÜPHELİ sıfatıyla dijitallerine el konulan Cinayet Büro polislerinden Talha Atalay’ın SAMSUNG marka telefonunda yapılan incelenmede, polis memuru Talha Atalay’ın dahil olduğu ve polislerden oluştuğu düşünülen bir WhatsApp grubundaki 3 Ocak 2023 tarihli yazışmada, “Avukat Serdar Öktem’in gözaltında olduğunun” iddia edildiği görüldü. Söz konusu iddiayı ortaya çıkan bu yazışma tarihinden sonra Cevheri Güven gibi firari FETÖ’cüler Erk Acarer gibi kaçak muhalifler ve muhalif medyanın Ülkücü düşmanı DOLMA KALEMLERİ de gündeme getirmişti. Oysa Avukat Serdar Öktem, 25 Ocak 2023 günü gözaltına alınmış 27 Ocak 2023 günü de tutuklanmıştı.

serdar-oktem-gozalti-whatsapp.jpg

Aynı ODAKLAR ve ‘DOLMA KALEMLER’, Sinan Ateş’in anlık konum bilgilerinin Eray Özyağcı’ya Tolgahan Demirbaş tarafından gönderildiğini iddia ediyor bu iddiayı da 19 aydır gündemde tutuyordu. Ancak Tolgahan Demirbaş’ın kendi rızasıyla teslim ettiği telefonunda yapılan inceleme sonucunda azmettirici olduğunu itiraf eden Doğukan Çep ve “tetikçi” Eray Özyağcı ile bir irtibatının olmadığı, bu isimlere konum bilgisi göndermediği Demirbaş’ın bu kişilerle hiçbir şekilde iletişime geçmedikleri tespit ediliyor.

PKK ve FETÖ medyasıyla muhalif medyadaki ‘DOLMA KALEMLER’ tarafından “tetikçinin kaçırıldığı araç”olarak lanse edilen ve fotoğraflarına yer verilen aracın içinde Ankara-İstanbul arasında birçok benzinlik/lokanta/PTS kayıtlarından yapılan incelemede hatta bu güzergahta araçtakilerle teması kamera kayıtlarına yansıyan tanıkların beyanlarında araçta yalnızca iki kişinin olduğu tespit ediliyor. Binlerce sayfalık dava dosyasının hiçbir yerinde Eray Özyağcı’nın o araçta olduğuna yönelik iddia delil ve tespite rastlanmıyor. İlginçtir, Bolu’da yemek için mola verdikleri esnada çorba içtikleri çorbacının tanıklığına başvuruluyor ancak tanıklığa ilişkin evrak saklanıyor, dosyaya bile konulmuyor.

Aynı şekilde PKK ve FETÖ medyasıyla MHP ve Ülkü Ocakları düşmanı ‘DOLMA KALEMLER’’in aylardır ortaya attıkları iddia ve iftiraların aksine Emre Yüksel ile dosyada yer alan diğer sanıklar arasında hiçbir irtibat, konuşma, görüşme, mesajlaşma olmadığı raporlara yansıyor.

Emre Yüksel’in olay öncesinde, olay sırasında ve olay sonrasında Eray Özyağcı ile bırakın yan yana gelmeyi aynı havayı dahi solmadığı delillerle ispatlanıyor.

KUMPAS ÇÖKTÜKÇE SALDIRGANLIK VE YENİ KURGULAR GIRLA DEVREDE

Olayı MHP ve Ülkü Ocakları’na bağlayıp bu iki şerefli kurumu ADİ BİR CİNAYETİN sanık sandalyesine oturtmak isteyen merkezlerle soruşturma sürecinde bu merkezlerin amacına hizmet edercesine sergilenen hatalar, bu hataların FETÖ ve PKK medyasıyla MHP ve Ülkü Ocakları düşmanı ‘DOLMA KALEMLER’ eliyle manipülasyon malzemesi yapılması MHP ve Ülkü Ocakları’na yönelik ORGANİZE bir KUMPASIN olduğunu açıkça ortaya koydu.

19 aydan beri tutuklu şüphelilerin savunma hakkını gasp etme pahasına tutukluluğa itirazda kullanabilecekleri bilgi ve belgeler şüphelilerden saklanmasına, şüpheliler lehine değerlendirilebilecek deliller ve ifadelerin İddianameden kaçınılmasına, kiminin bilinçli olarak iddianameye hatalı aktarılmasına rağmen duruşmalar başlayınca ortalığa saçılan o bilgi ve belgeler ile soruşturma aşamasındaki kasıtlı eksiklik ve hatalar Sinan Ateş’in ölümüyle sonuçlanan çatışma öncesi devreye giren gizli bir elin soruşturma ve kovuşturma süreciyle bu sürecin manipüle edildiği MEDYA AYAĞINDA da devrede olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.

İlginçtir bu durumda sinirleri gerilen, saldırganlaşan ilk isim Ayşe Ateş oldu. Başından beri Sinan Ateş’in katilini aramak yerine adi bir cinayete “siyasi cinayet” vasfı yükleyecek katil ayarlama çabasına giren Ayşe Ateş, kafasında kurguladığı ya da önüne konulan isimler üzerinden olayı MHP ve Ülkü Ocakları’na mal edecek algılar çöktükçe bozuk ve saldırgan bir üslupla olayın ALGILAR DEĞİL OLGULARLA tüm yönleriyle aydınlatılması için mücadele eden bizlere saldırmayı seçti.

Yetinmedi, davayı algılar üzerine kurgulama çabasını somut olgularla çürütenlerin eleştirilerinden “ölüm tehdidi” çıkarıp ajitasyonun nirvanasına çıktı.

SORUŞTURMA SÜRECİNDEKİ GİZLİ EL YARGILAMADA DA YENİ BİR DURDU ÖZER VAKASI İÇİN Mİ DEVREDE?

Yazımın giriş kısmında adli yargılamaların seyrini değiştirecek, somut gerçekten uzaklaştırıp soyut iddiaları güçlü kıldıracak en önemli evrenin soruşturma evresi olduğuna dikkat çekmiştim. Buna rağmen yargılama süreci soruşturma ve kovuşturma evresindeki eksiklikler ve hataların giderilmesi, adil bir yargılama sürecinin işletilmesiyle mümkün. Ancak Sinan Ateş davasının 1 Temmuz’da başlayıp 5 Temmuz Cuma günü tamamlanan ilk duruşmasında mahkeme heyetinin tutumundan yola çıkarak heyetin adil bir yargılama iradesi ortaya konulduğunu söylemek imkânsız.

Önce mahkeme salonundaki düzenden başlayalım…

Davada müşteki sıfatına sahip olmayan, CMK'nın 233-237 Maddeleri uyarınca davaya katılma talebi bulunmayan, taraf sıfatına dahi haiz olmayan siyasi figürler ve alakasız birçok şahıs yalnızca müştekilerin bulunduğu tarafta oturtuldu. Sırf bu husus bile CMK'nın 25. Maddesi uyarınca Mahkeme Heyeti ve Başkanın tarafsızlığına gölge düşürecek bir olgu. Sanık müdafilerinin bu husustaki yoğun itirazlarına karşın güvenlik hususu gerekçe gösterilerek talepleri reddedildi. Duruşmanın 2. gününden itibaren izleyicilere ayrılan koltuklar boş vaziyette olmasına güvenlik kaygısına dair gerekçe ortadan kalkmasına karşın mahkeme heyeti aynı hususta ısrar ederek tarafsızlığını yitirdi.

Müdafi ve vekillerinin taraflara soru sorması CMK'nın 201. Maddesiyle güvence altına alınmış olmasına, aynı madde uyarınca tarafların sorulan sorulara itiraz etme hakkı tanınmasına karşın sanık müdafilerin sorulara itiraz hakkı dikkate dahi alınmadı.

2. gün duruşma başlamadan hemen önce tutuklulardan Avukat Serdar Öktem’in vekili Avukat Oğuzhan Bilgin’in, “sorulara itiraz hakkının dikkate alınmasını” talep etmesine karşın Mahkeme Başkanı, "biz itirazlarınızı duyuyoruz merak etmeyin" şeklinde cevap verse de duruşma esnasından dile getirilen itirazları dikkate almadığı görüldü.

Yine CMK'nın 201. Maddesi uyarınca doğrudan tarafların soru yöneltme hakkı mevcut olmasına rağmen mahkeme heyetince Selman Bozkurt dışında hiçbir müştekiye karşı soru sorma hakkının tanınmadığı SEGBİS kayıtlarına geçri.

İddia makamı müşteki aileye soru sorma hakkının tanınması yönünde görüş bildirmesine karşın mahkemece Sinan Ateş'in ailesinin ve eşinin olaya dair görgüye dayalı bilgisinin olmadığı gerekçe gösterilip izin vermedi. Oysa müştekiler tarafından maktulün uzun süredir tehdit edildiğine dair beyanlar dile getirilmişti. Bu hususta en azından husumete yönelik beyanlara karşın soru sorma hakkı tanınmadan yargılamaya devam edilmesi mahkemenin adil yargılama ve tarafsızlık ilkesine düşen bir başka gölge olarak kayıtlara geçti.

Duruşma sırasında müşteki taraf avukatları tarafından gerçek dışı isnatlarla sanıkların tuzağa düşürülmeye çalışıldığı görüldü.

Şöyle ki, olay dahilinde Doğukan Çep üzerinden bir telefon ele geçirilmediği, Serdar Öktem'in telefon şifresi mevcut olmadığından telefon incelemesi yapılmadığı, Ufuk Köktürk'ten ele geçen telefondan FaceTime kayıtlarının çıkarıldığı, Ufuk KIöktürk ile Serdar Öktem'in görüştüğünün tespit edildiği dosyada mevcut.

Bu maddi gerçekliğe rağmen Doğukan Çep’in sorgusunun yapıldığı sırada müşteki Avukatı Ali Yücel, görüşmeleri sanki Doğukan Çep yapmış gibi Doğukan Çep’e soru yöneltti. Bu soruyu şaşkınlıkla karşılayan Doğukan Çep de “ben Serdarla hiç görüşmedim” şeklinde beyanda bulundu. Aynı görüşme kayıtları esas alınarak aynı soru bu sefer Ufuk Köktürk’e yöneltildi. Özetle; var olmayan kayıtlar varmış gibi sorularak sanıklar tuzağa düşürülmeye çalışıldı. Bu soruların gerçekle ilgisi olmadığına dair yapılan itiraza rağmen mahkeme başkanı bu hukuksuzluğa müsaade etti.

Kendi başına bu husus bile Mahkeme Başkanının dosyayı bilmediği veya art niyet taşıyarak hukuksuzluğa göz yumduğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Bu arada mahkeme heyeti bir garipliğe daha imza atıp tüm araştırma ve genişletme taleplerini reddetmesine rağmen yalnızca Avukat Serdar Öktem ve bir diğer sanık komiser Mustafa Ensar Aykal’ın ele geçirilen telefonlarının şifrelerinin çözümü için Amerika Birleşik Devletleri'ne uluslararası istinabe yoluyla müzekkere yazılmasına karar verildi. Halbuki ABD mevzuatı ve APPLE şirketinin çalışma prensipleri uyarınca bahse konu müzekkereye olumsuz yanıt verileceği aşikâr. Buna karşın ilgili olumsuz cevabın dönüşü aylar sürecek. APPLE şirketinin resmî web sitesinde "https://www.apple.com/customer-letter/" isimli link üzerinden yapılan açıklama incelendiğinde kati suretle ABD ülkesine yazılan müzekkerenin sonuçsuz kalacağı belli. Mahkemenin buna rağmen seçtiği yol Serdar Öktem’in tutukluluk sürecini uzatma girişimi ve adil yargılanma hakkının ihlalidir.

Daha kötüsü buradaki asıl maksadın, Avukat Serdar Öktem üzerinden algı yaratıp, tutukluluğun devamına yönelik bahaneler üretmekle birlikte siyaseten başkaca isimlere ulaşarak olayı siyasi cinayete devşirme planı olduğunu anlamamak için ahmak olmak gerekir.

Avukat Cem Kaya, katıldığı bir televizyon programında, Selman Bozkurt’un hastane aşamasında verdiği yazılı ifadesini paylaşmış, beyanda Selman Bozkurt’un olay sırasında 5 el ateş ettiğini söylediği görülmüştü. Duruşma sırasında müşteki sıfatıyla ifade veren Selman Bozkurt o ifadesinin aksine yalnızca 1-2 el ateş ettiğini söyledi.

Selman Bozkurt’un iki ifadesindeki bu önemli çelişkinin, CMK'nın 206, 210 ve 217. Maddeleri uyarınca mahkeme başkanı tarafından bizzat giderilmesi gerekirken Mahkeme Başkanını Selman Bozkurt’a bu minvalde hiçbir soru yöneltilmediği görüldü. Bu tutum da mahkemenin adil yargılama ve tarafsızlık ilkesine düşen bir başka gölge olarak geçti kayıtlara.

Mahkeme Başkanı ve heyetin tarafsızlık ilkesine gölge düşüren bir başka davranışı da müştekilerden Saniye Ateş’in beyanda bulunduğu sırada baygınlık geçirmesi üzerine beyanına ara verildiği sırada Ayşe Ateş’in ayağa kalkılıp sanıklara doğru işaret parmağını sallayarak "bu kadının başına bir şey gelirse size bunun hesabını sorarım" şeklindeki beyanlarının duymazdan ve görmezden gelinmesiydi.

Mahkeme Başkanı ve heyetinin, sanıklardan Doğukan Çep’in başını sallaması dahil her hareketi ve beyanında re’sen suç duyurusunda bulunmayı seçerken Ayşe Ateş’in “tehdit içeren” sözlerini görmezden duymazdan gelmesi adil yargılama ve tarafsızlık ilkesinin doğrudan ihlali anlamına geliyor.

Adil yargılama ve tarafsızlık ilkesine kocaman gölgeler düşüren bu gelişmeler yargılama sürecinde de bir “Durdu Özer vakasıyla” karşılaşılabileceği kuşkularını arttırıyor.

Kimse buradaki tespitlerimden sanıkları savunduğum anlamı çıkarıp onu da “torbacıları savunuyorsun” diye algı malzemesine dönüştürme alçaklığına yeltenmesin.

Siz MHP ve Ülkü Ocakları’na olan kin ve nefretinizi okşayan hatta köpürten bir senaryo ram etmiş olabilir hatta bu senaryonun figüranlığına soyunmuş olabilirsiniz ama bizler, gerçeğin ortaya çıkması için adil ve tarafsız bir yargılamanın tesisi için hele MHP ve Ülkü Ocakları onun üzerinden Cumhur İttifakının hedef alındığı ucu Pensilvanya’ya dayanan bir senaryo devredeyse o senaryoyu çökertmek ve maddi gerçeği ortaya çıkarmak için sadece kalemimizi değil canımızı bile feda etmeyi göze aldık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
ZİHNİ ÇAKIR Arşivi